Bizim kültürümüzde, ‘eleştiri’ ve ‘hata’ birbirini çağrıştıran kavramlardır. Buna göre, bir şey eleştiriliyorsa, yanlış olduğundadır. Halbuki, eleştiri ve/veya eleştirel bakış açısı bunun çok ötesinde bir yaklaşım biçimidir. Peşin hükümlü olmak yerine, konuyu tahkiki bir nazardan geçirmek suretiyle anlama ve yorumlama demektir. Bu şekilde yapılan bir değerlendirmenin sonucunda, bahse konu olan mevzu ile alakalı olumlu, olumsuz ve/veya daha iyi/uygun/makul olduğu düşünülen teklifler yapmak mümkündür.

Eleştirinin her türlüsü kıymetlidir ve önüne geçmek de mümkün değildir. Aksine, eleştirinin olmadığı yer ve ortamlarda sağlıklı bir eleştiri kültürü oluşturmak için çaba sarf edilmelidir. Eleştiriyi teşvik etmek, onunla olumlu ve dinamik bir etkileşim içerisine girmek, eleştirel bakış açısını içselleştirmek ve eleştiri konusu olan mevzulara olumlu katkılarda bulunmak gerekir. Bu şekilde hareket edildiğinde, doğal olarak, bazilarina göre ‘anlamsız’ veya ‘tutarsız’ olan eleştirilerin de etkisi minimize edilmiş olur.

Bu noktada atılacak ilk adım, eleştirinin içerik ve mahiyetine bakmaktır. Eleştiri sahibinin kimliği ya da niyeti ikinci planda kalmalıdır. Zira, çoğu zaman ‘art niyetli’ olduğu düşünülen eleştiriden dahi alınacak ders ve çıkarımlar vardır. Bir grup ya da hareketin faaliyet ve eylemlerine içeriden ve dışarıdan bakan kişiler arasında farklılıklar olması oldukça doğaldır ve bu farklılık söz konusu grup ve hareketin geleceği için faydalıdır. Bundan dolayı eleştiriye muhatap olan kişi, grup ve hareketler, kendilerine yönelik eleştirileri çeşitlendirmek, farklı bilgi ve tecrübe sahibi kişilerin değerlendirmelerinden faydalanmak, anlamlı ve faydalı eleştiriler alabilmek adına özel gayret göstermelidir. Bu husus bilhassa çok takdir edildiğini düşündükleri faaliyet alanlarında da tatbik etmelilerdir. Şirketlerin danışmanlık firmaları aracılığıyla hazırlattığı denetim raporları veya gelişmiş demokrasilerde hükümetlerin bağımsız komisyonlar aracılığıyla yapmaya çalıştıkları tam olarak da budur. Bu noktadan hareketle şunu söylemek mümkün: Hizmet Hareketi’nin hem Hizmet içerisinden hem de Hizmet dışından gelen eleştirileri teşvik etmesi, kendisi için faydalı olacaktır.

Bir dönem aktif olarak Hizmet içinde bulunmuş, fakat şu an akademik çalışmalarına yoğunlaşmış olmakla beraber Hizmet hareketine daha mesafeli bir düzlemden eleştiri getiren, benim ‘abi’ diye hitap ettiğim büyüklerim var (akademik literatürde bu konu, İngilizce ifadesiyle, ‘insider/outsider positionality’ bağlamında tartışılır). Eleştirilerine katılıp katılmamak pek tabii ayrı bir mevzu fakat getirdikleri eleştirileri hem içerik hem de durdukları nokta-i nazardan dolayı kıymetli buluyorum. Lakin burada ufak bir ironi var.

Bu akademisyen abilerimin getirmiş oldukları eleştirilerin özü şöyle: Hizmeti, insani amaçlar güden bir sivil toplum örgütü (temek özelliği) olarak, uygulamalarındaki şu temel ve şu tali hususları reform ederek çalışmalarına devam etmelidir. Bu yaklaşıma katılıyorum. Fakat bu değerlendirmeyi yapan akademisyen abilerim bu eleştirilerini Hizmet ile olan temel angajmanlarında değişikliğe giderek yapıyorlar. Yani, Hizmet’e yönelik ‘temel özelliğinizi değiştirmeden şu önemli eksikliklerinizi ve hatalarınızı düzeltin’ tavsiyesini, Hizmet ile olan ‘temel ilişkilerini’ değiştirmiş olarak söylüyorlar. Diğer bir ifade ile, makro planda Hizmet’e önerdikleri dönüşüm modelini mikro planda, Hizmet ile olan ilişkileri açısından, uygulamamış oluyorlar.

Bu durum yaptıkları eleştirilerin içeriğini daha değersiz kılmadığı gibi öneminde ve doğruluğunda bir eksilmeye yol açmaz. Aksine, bir dönem içerisinde yer aldıkları fakat şimdi daha mesafeli bir ilişki kurmayı tercih ettikleri bir harekete yönelik ‘dışarıdan’ yaptıkları eleştiriler, eleştiri türleri içerisinde önemli bir yer teşkil eder ve oldukça kıymetlidir. Bunu yapmıyor olsalar, bunu yapacakları bulup yaptırmak gerekir. Kaldı ki bu eleştirilerini Hizmet içerisinde yer aldıkları dönemde de bir müddet yaptılar. Benzer eleştirileri Hizmet içerisinde şu an hali hazırda yapan kimseler de mevcut. Ötesinde, önerilen her modeli kişinin kendi hayatında uygulaması mümkün olmadığı gibi, Hizmet ile olan ilişkilerini yeni bir düzleme taşımalarının arkasında bu eleştirilerden bağımsız gerekçeler de olabilir.

Bütün bunlarla beraber bu abilerimin “eleştiri sosyolojileri” bize şunu da gösteriyor: Bir kişinin bir grup ile temel bağını ve pratik angajmanını değiştirmeden kendini değiştirmesi ve meselelere eleştirel bakmaya başlaması zor bir hadise. Kişi için geçerli olan bir durum, bu kişilerden müteşekkil yoğun bir pratik etrafında örgülenmiş sosyal yapılar ve hareketler için fazlasıyla geçerlidir. Bir hareket için teşvik edilen böyle bir dönüşüm, benzer düşünceyi taşıyan yeterli sayıdaki kişilerin (“critical mass”) aktif katılımları ile ancak mümkündür. Aktif katılım içerisinde bulunup bulunmamak pekâlâ herkesin kendi özel tercihidir. Ancak bazı abilerimiz, varlıklarından mahrum bıraktıkları yapıların dönüşme ihtimallerinin zorluğunu ifade ederken, konunun birde bu yönünü hatırlamalarını istirham ederim.